Düşünce yığınları, bilgi dağları, kelime hazineleri, başlangıçta, çekice de balyoza da bana mısın demeyen
soğuk demirden farksızdır. O hâlleriyle ne kadar yorulsanız da sanat lezzetinde bir şekle girmezler. Bunun
için onları da mum gibi eritecek ve şekilden şekle sokacak bir ateş lâzımdır: Gönül ateşi…
Mevlânâ boşuna dememiş:
Neyde ses, kordur, hevâ zannetme sen,
Böyle bir kor kimde yok, giysin kefen! [nazmen terc. Seyrî]
Çünkü bir gönülde yangın yoksa, kuraktır, ölü bir gönüldür; varsa, orada bahar çiçekleri
boy verir. Tıpkı içinde yaşadığımız dünya gibi. Şu yerkürenin bağrı niçin sırf alev?
Bakın; o alevin üzerindeki toprakta nasıl serin serin sular akmakta cennet gibi bağlar-
bahçeler yeşermektedir. Dolayısıyla; Gönül yandıkça ilham kıvılcımları bin bir cennet gülüne dönüşür. Gönül
yandıkça, dil bülbül kesilir. Gönül yandıkça, bilgiler ve kelimeler erir; mânâ potasında şekilden
şekle girer. Yani;